blog-post-image

Hayatın koşuşturmacası içerisinde zaman zaman endişe hissinin meydana gelmesi normal kabul edilir. Ancak bu hissi sık ve yoğun olarak yaşayan kişilerin gerçekleştirdiği günlük aktiviteler olumsuz yönde etkilenebilir.

Çoğumuzun yakın çevresinde evhamlı kişiler vardır, hatta belki biz de evhamlı olabiliriz. Sürekli kendimizin ya da yakınlarımızın başına kötü şeyler geleceğini düşünür, bunun için devamlı onların sağlığından endişe edip, sık sık telefon ederiz. “acaba çocuğumuz okula gidebildi mi, bir kaza geçirmiş olabilir mi, işte neler yaşayacağım, işleri bitirebilecek miyim, patronum kızacak mı, telefon geldi; eyvah kötü bir haber alabilirim, sokağa çıkınca kötü bir şey yaşayabilir miyim,” şeklinde gerçekte olma olasılığı olan ama bizim bu riski kafamızda çok abarttığımız bir durumdur evhamlılık. Bu durum eğer bizim ruhsal sağlığımızı bozup, günlük işlerimizi etkilemeye başlıyorsa, yakınlarımızla ilişkimizi bozup, iş verimimizi düşürüyorsa artık hastalık halini almış demektir.
Evham hastalığı olarak bilinen genelleşmiş anksiyete bozukluğunda, en azından 6 aydır ve haftanın çoğu günü var olan, kişinin kontrol etmekte zorluk yaşadığı aşırı evham-endişe hali yaşanmaktadır. Evham ve endişeler birden çok olayla ilgilidir (okul, iş, maddi durum, kendi ve yakınlarının sağlığı gibi). Evhama; sıkıntı-huzursuzluk hissi, çabuk yorulma, dikkatini verememe, sinirlilik, kaslarda gerginlik hissi ve uyku bozuklukları da eşlik edebilir. Sıklıkla huzursuz bağırsak sendromu ve baş ağrıları oluşabilir. Toplumda bu sorun % 4-7 oranında görülmektedir.

Anksiyete Atağı Nedir?

Bir anksiyete atağı kişide bunaltıcı derecede meydana gelen stres, kaygı ve korku halini tanımlar. Çoğu insanda bu durum zaman içerisinde yavaş yavaş gelişme eğilimindedir. Bu durum özellikle kişiler için yoğun stres halini içeren durumlarda ortaya çıkar.
Kişide anksiyete halinin ortaya çıkmasında; merkezi sinir sisteminde bilginin iletilmesinde görevli seratonin, norepinefrin, dopamin ve gaba gibi çeşitli kimyasal aracıların (nörotransmitter) rol oynadığı düşünülmektedir. İnsan beyninin birçok bölümünden bir olan amigdala korku ve endişenin merkezi olarak bilinir. Kaygı bozukluğundan muzdarip kişilerde yapılan çeşitli araştırmalarda bu kişilerin beyninin bu bölümünün kaygı kaynağı olabilecek durumlar karşısında aşırı bir aktivasyon haline geçtiği tespit edilmiştir.

Anksiyete Kimlerde Sık Görülür?

Kadınlarda erkeklere göre iki kat daha sık görülmektedir. Hastalar “ben kendimi bildim bileli böyleyim” şeklinde ifade etse de ortalama başlangıç 30’lu yaşlardadır. Orta yaş dönemi en sık görülen yaş grubudur, sonrasında giderek azalır.

Çocukluklarından itibaren davranışsal olarak çok fazla müdahale edilen, aşırı korumacı yaklaşım sergileyen ebeveynlerce büyütülen kişilerde, olaylara ve çevreye olumsuz bakan, olumsuz değerlendirmeler ve tepkiler gösteren kişilerde, sürekli zarar görme şeklinde beklentilerin olduğu kişilik yapılarında daha fazla görülür. Çocukluk çağında olumsuz yaşantıların fazla olduğu kişilerde risk artar. Hastalıkta genetik geçiş de söz konusudur.

Anksiyete Nedenleri Nelerdir?

Anksiyete bozukluğu toplumda sık görülen bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Çeşitli biyolojik, fiziksel ya da sosyal faktörlerin kombinasyonlarının etkisiyle genetik yatkınlığa sahip kişilerde anksiyete bozukluğu gelişebilir:

  • Medikal ya da bitkisel ilaçlar: bazı kişilerde altta yatan bir sağlık sorunu nedeniyle kaygı bozukluğu gelişebilir. Kalp rahatsızlıkları, şeker hastalığı, tiroid hastalıkları, madde kullanımı, alkol ya da sakinleştirici etkili ilaçların çekilmesinde ve kronik ağrı sendromunda kaygı hali oluşabilir.
  • Travma: çocukluk dönemine ait olumsuz deneyimler kişinin ilerleyen yaşamında anksiyete nedeni olarak karşısına çıkabilir. Bu durum sadece çocukluk dönemine özgü olmayıp erişkin dönemdeki kişilerde de fiziksel ya da ruhsal travmalar kaygı bozukluğu gelişimine neden olabilir.

Bu faktörlere ek olarak kişilik yapısı, diğer ruhsal sağlık sorunları, finansal problemler, ayrılıklar ve yakın akrabalar arasında kaygı bozukluğuna sahip aile bireylerinin olması gibi durumlar da kaygı bozukluğu için riskli olarak kabul edilir.

Anksiyete Belirtileri Nelerdir?

Birçok insan hayatının bir bölümünde yaşadığı ya da içinde bulunduğu bir durum karşısında yoğun endişe (anksiyete) hissini yaşayabilir. Anksiyete kişide oluşturduğu çeşitli belirtiler ile kendisini gösterebilir:

  • Aşırı endişe hali: anksiyete bozukluğunun kişilerde en sık meydana getirdiği hislerden olan aşırı endişe hali, bu rahatsızlıktan muzdarip kişilerde basit gündelik olaylar ile tetiklenebilir. Bu rahatsızlık tanımlanırken en az altı aylık bir süre zarfı içerisinde günlerin birçoğunda meydana gelen ve kontrol etmekte zorlanılan endişe hali ifadesi kullanılır. Endişe hali, kişinin gerçekleştirdiği günlük aktiviteleri engelleyecek duruma gelebilir. Özellikle 65 yaşın altındaki bekâr ve sosyoekonomik düzeyi düşük kişiler anksiyete bozukluğu açısından riskli grup olarak kabul edilir.
  • Ajitasyon (tedirginlik) hissi: anksiyete bozukluğundan muzdarip kişilerde içinde bulunulan durumun tehlikede olma hissini meydana getirmesidir. Bu hissin insan vücudu üzerinde “savaş ya da kaç” yanıtı oluşturmak adına tetiklediği birtakım olaylar mevcuttur. Kan akımının sindirim sistemi yerine ekstremite kaslarına yönlendirilmesi bu olaylar arasında yer alır.
  • Huzursuzluk: anksiyete bozukluğuna sahip kişilerde ortaya çıkabilecek bir diğer belirtidir. Tanısal açıdan öneme sahip olsa da hastaların bazılarında diğer belirtilere eşlik etmeyebilir.
  • Odaklanmada zorluk: kaygı bozukluğu yakın dönem hafızaya dair bilgi işlenme sürecini olumsuz yönde etkileyebilir. Dolayısıyla konsantrasyon ile ilgili problemler anksiyete bozukluğuna sahip kişilerde ortaya çıkabilecek bir diğer belirtidir.
  • Alınganlık: birçok anksiyete bozukluğu hastasında özellikle kaygının en yüksek seviyeye ulaştığı zamanlarda aşırı alınganlık hali meydana gelebilir.

Bu belirtiler dışında kas gerginliği, uyku ile ilgili problemler, gerçekle bağdaşmayacak derecedeki fobiler de anksiyete belirtileri arasında yer alır.

Anksiyete Bozukluğu Türleri Nelerdir?

Çocuk ve ergenlik yaşlarında okul ya da sportif oyunlar hakkında evhamlar sıkken; daha yaşlılarda kendi ya da yakınlarının sağlıkları ile ilgili evhamlar fazladır. Yaşlılara göre daha genç yaştakilerde anksiyete belirtileri hastayı daha fazla etkilemektedir. Çocuklarda bir şeylerin zamanında olması ile ilgili aşırı önem verme olabilir. Felaket senaryoları şeklinde (doğal afetler ya da savaş) ile ilgili evhamlar da çocuklarda sıktır.
Anksiyete bozuklukları kendi içerisinde birçok alt türe ayrılır:

  • Agorafobi: içinde bulunulan açık mekân ya da kalabalık kaynaklı bir endişe durumunu ifade eden agorafobi endişesine sahip kişiler bu tarz ortamlarda endişeye ek olarak kapana kısılma, muhtaç olma ve utanma gibi negatif duygular hissedebilir.
  • Bir tıbbi duruma bağlı anksiyete hali: fiziksel bir sağlık sorununun kişide aşırı endişe ve panik hissi yaratma durumudur.
  • Jeneralize anksiyete bozukluğu: kişinin rutin aktivite ve etkinliklerde bile aşırı endişe halinin meydana gelmesidir. İçinde bulunulan duruma göre orantısız bir şekilde meydana gelen bu hisleri kişi kontrol etmede zorlanabilir. Anksiyete bozukluklarının bu türüne ilişkili diğer bozukluklar ve depresyon gibi psikiyatrik durumlar eşlik edebileceği için dikkatli olunmalıdır.
  • Ayrılık anksiyetesi: bireyin bağlılık duyduğu figürden uzaklaşması halinde geliştirdiği endişe ve korku halini ifade eder. Uzaklaşmak dışında bağlılık figürünün zarar göreceği düşüncesi de endişe kaynağı olabilir. Bu konu ile ilgili kabus görme ve düşüncelerden fiziksel olarak etkilenme nedeniyle oluşabilecek çeşitli belirtiler ayrılık anksiyetesi semptomları arasında yer alır. Bu duruma genellikle çocukluk çağında rastlanılmasına rağmen bazı kişilerde ayrılık anksiyetesinin erişkin yaşamda da devam etme ihtimali mevcuttur.
  • Panik bozukluk: kişide beklenmedik zamanlarda aniden ortaya çıkan ve dakikalar içinde zirveye ulaşan yoğun endişe ve korku halidir. İçinde bulunulan duruma göre aşırı düzeyde meydana gelen bu negatif hislerin etkisiyle nefes darlığı, göğüs ağrısı ve çarpıntı gibi fiziksel hisler oluşabilir. Bu durumu bir kez tecrübe eden kişide aynı durumu tekrar yaşama korkusu da belirtilere eklenebilir.
  • Selektif mutizm: çocukların evlerinde diğer aile bireyleri ile iletişim kurabilmelerine rağmen okul gibi sosyal ortamlarda kendilerini ifade edememesi halidir. Bu durum dolayısıyla eğitim ve iş hayatını olumsuz yönde etkileyebileceği için dikkatli olunmalıdır.
  • Sosyal fobi: sosyal ortamlarda ortaya çıkan yüksek düzeydeki endişe, başkaları tarafından yargılanma ve rezil olma korku halini ifade eden anksiyete bozukluğu alt türüdür.
  • Özel fobiler: kişinin belirli bir canlı, nesne ya da duruma dair yoğun kaygı ve korku hissi yaşamasıdır. Kişiler bu etkenden kaçınmayı sağlayacak davranışlara yönelebilirler. Hayvan korkuları ve kan, enjeksiyon, hastalık korkuları, anksiyete bozukluğunun özel fobiler kategorisi içerisinde değerlendirilir.

Anksiyete Hangi Hastalıklara Sebep Olur?

Çocukluk çağlarından itibaren başladığı takdirde kişide özgüven kaybı yaşanabilmektedir. Bireyler fazla endişelendikleri için konsantrasyonları olumsuz etkilenebilir. İşte ya da evde bir şeyleri hızlı ve etkin bir şekilde yapabilme kapasiteleri bozulabilir.
Bireyler yakınlarının sağlıkları konusunda da aşırı evhamlı olduklarından sık sık telefonla arar, onların da hayatlarını kısıtlamaya çalışabilirler. Kapı ya da telefon çalışında kötü haber alacakları kaygıları yaşarlar, bu görevleri başkalarına bırakabilirler. Trafik kazası geçirebilecekleri vb sebebiyle evden dışarıya çıkamayıp, eve bağımlı hale gelebilirler. Yaşanan evhamlar kişide diğer kaygı bozuklukları (panik bozukluk ve fobiler gibi) ya da depresyona yol açabilmektedir.

Anksiyete Bozukluğu Tanısı Nasıldır?

Anksiyete bozukluğuna tanısal yaklaşımda öncelikle kişide bu durumun ortaya çıkmasına neden olabilecek altta yatan bir sağlık sorunu olup olmadığı araştırılır. Bu amaç doğrultusunda tam kan sayımı, tiroid bezi fonksiyon testleri ile idrarın kimyasal açıdan değerlendirilmesi başvurulabilecek laboratuvar testleri arasında yer alır. Biyokimyasal analizlere ek olarak hekim tarafından gerekli görülen hallerde elektroensefalografi (eeg), tomografi (bt), elektrokardiyografi (ekg) ve akciğer filmi (x-ray) gibi çeşitli radyolojik tanı yöntemlerine de başvurulabilir.
Kaygı halinin ciddiyeti ve eşlik eden diğer psikolojik belirtiler göz önünde bulundurularak hekim tarafından kişinin psikiyatrik değerlendirilmesinin gerekli olduğu ifade edilebilir. Psikiyatri uzmanları tarafından gerçekleştirilen ruhsal muayene esnasında kişinin zihin sağlığı ile ilgili belirtiler ve mental rahatsızlıkların istatistik ve tanı rehberinin (dsm) güncel versiyonunda yer alan kaygı bozukluğu kriterlerini karşılayıp karşılamadığı incelenerek kaygı bozukluğunun varlığı ortaya çıkarılabilir.

Anksiyete Bozukluğu Tedavisi Nasıldır?

Anksiyete bozukluğu kişide çeşitli biyolojik ve fizyolojik belirtilerin oluşumuna neden olarak kişinin gündelik yaşam aktivitelerinin olumsuz yönde etkilenmesine sebep olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki; profesyonel sağlık çalışanları tarafından gerçekleştirilecek doğru müdahale ile kişide yeniden iyilik hali oluşturulabilir.
Kişilerde aniden ve aşırı düzeyde ortaya çıkan bir kaygı halinin acil şartlarda müdahalesinde benzodiazepin ve türevi ilaçlardan faydalanılabilir.
Anksiyete tedavisinde genel olarak antidepresan türevi ilaçlarla 1-2 yıl süreyle düzenli tedavi yanında kişinin stresle baş etmede kullandığı uygunsuz savunma mekanizmalarının değiştirilmesi ve kişide kaygı, evham oluşturan düşünce şemalarının değiştirilmesine yönelik terapilerin uygulanması gereklidir.
Tedavi planlaması içerisinde tek başına farmakoterapi (ilaç tedavisi) ya da psikoterapi (bilişsel tedavi) veya bu iki terapi şeklinin kombinasyonu yer alabilir.

  • Farmakoterapi: kaygı bozukluğunun tedavisinde birçok türde ilaçtan faydalanılabilinir. Seratonin adı verilen nörotransmitter üzerinden etki gösteren ssrı ve snrı grubu ilaçlar, trisiklik antidepresanlar, benzodiazepinler, busiprone ya da santral etkili beta blokör ilaçlar kaygı bozukluğunun ilaç ile tedavisi amacıyla hekim tarafından reçetelendirilebilecek ilaçlar arasında bulunur.
  • Psikoterapi: bilişsel davranışsal terapi (bdt), zihin ile ilgili rahatsızlıkların tedavisi amacıyla başvurulan teknikler arasında etkinliği ile ön planda olan bir terapi şeklidir. Hedef odaklı bir terapi şekli olan bilişsel davranışsal terapide hekim kişinin temel şikayeti olan durumun altında yatan inanışlarının ve düşünce paternlerinin farkına varmasını amaçlar. Böylelikle kişi yeni davranışsal yetenekler geliştirebilir ve endişe kaynağı olabilecek durumlara karşı kendisini hazırlayabilir hale gelebilir.

Anksiyete Bozukluğundan Korunmak İçin Neler Yapılmalı?

Çeşitli yaşam tarzı değişiklikleri ile kişi kaygı bozukluğu üzerinde olumlu gelişmeler yaşayabilir. Uyku düzeninin sağlanması, meditasyon ve nefes egzersizi yapmak, sağlıklı ve dengeli beslenmek, egzersiz yapmak, alkol ve kahve tüketimini sınırlamak ya da tütün kullanımını sonlandırmak gibi uygulamalar kaygı bozukluğundan korunmaya katkı sağlayabilecek yaşam tarzı değişiklikleri arasında yer alır.
Bu fiziksel uygulamalar dışında kişinin anksiyete ile ilişkili düşünce kalıplarının etkisini hafifletmek adına değerli olabilecek bir takım zihinsel uygulamalar da mevcuttur:

  • Eskisinden farklı olarak yaşadığım her yeni durum illa “tehlikeli ya da zor olacak” şeklinde düşünülmemeli;
  • “şöyle bir olayla karşılaşırsam çok fena olurum, o durumla baş edemem, dağılırım” şeklinde beynimizi programlamamalı.
  • “geçmişte benzeri durumla karşılaştım ve çok kötü anlar yaşadım, yine aynısı olacak” şeklinde düşünülmemelidir. Anadolu’da m.ö. 500’lü yıllarda yaşayan hemşerimiz herakleitos’un söylediği gibi “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”. Her şey değişmektedir. Biz de o eski kişi değiliz, daha deneyimliyiz, daha güçlüyüz.
  • Hayatta hiçbir şey tamamen siyah ya da tamamen beyaz değildir. Güneydoğu asya “ying-yang” düşünüş tarzı gibi. Siyahın içinde biraz beyaz, beyazın içinde biraz siyah vardır”. Hiçbir şey tamamen sıkıntısız değildir. Zor çekmeden lor yenmez. Her şey için biraz emek gerekir.
  • Hissettiklerimiz her zaman doğru değildir. Mantığımızı kullanmalıyız, sadece duygularımızın söylediğine inanmak, bizi gerçekçi olmayan korkulara sürükler. Biz de başkaları gibi zorlukları karşılayabiliriz, başkaları gibi yeterliyiz, geçmişte başarılarımız var, olumsuzluklar olsa da bunların üstesinden gelebiliriz.
  • Düşündüğümüz felaket senaryolarının gerçekleşme olasılığı gerçekte çok düşüktür. Ancak biz olumsuz örnekleri kafamızda büyüterek, gerçekleşme olasılığını kendimizce fazla gibi algılarız. Aslında bu durumlarla karşılaşma olasılığımız çok düşüktür, yani “doğmamış çocuğa adeta don biçeriz”. Gereksiz yere üzülür, gereksiz yere kafamızda felaket senaryoları oluştururuz.
  • Kendimizin ve çevremizin olumsuz özelliklerine odaklanmak yerine, kendimizi “zorlukla baş edebilir” şekilde güçlü algılamalı, olayları da “üstünden gelinebilir” olarak daha düşük zorlukta algılamalıyız.
  • “Ben artık bir ebeveynim ya da iş sahibiyim ya da şunların sorumluluğu benim üzerimde, ben diğerlerine, çocuklarıma örnek olmak durumundayım. Onların da sağlıklı bireyler olabilmesi için yelkenleri suya indirmeyeceğim, ayakta duracağım” şeklinde kendimize telkin vermeliyiz.
  • Kendimizin ve başkalarının özelliklerini mükemmel olmasını beklememeli, her şeyi olabildiği ölçüde benimsemeli ve sevmeliyiz. “yeterince çalışmadım, kötü not alacağım” yerine “bu kadar çalışabildim, umarım yeterli olur, her zaman her şey mükemmel olmayabilir, bunun sonu yok, ne kadar çalışırsam çalışayım, mutlaka eksiklikler olacaktır” diye düşünmek gerekir.
  • Amacımız üzüm yemek olmalı, bağcı dövmeye odaklanmamalıyız. Bazı olumsuz şeyler sonrasında olumlu olaylar gelebilir, başkalarını ya da kendimizi gereksiz yere yıpratmamalıyız. Eskilerin dediği gibi bazı olumsuz durumlarda “her işte bir hayır vardır” yaklaşımı isabetli bir yaklaşımdır.